Daha böyle şeyleri öğrenmemiştim henüz.
Omzumda kumrularla gezerdim o aralar.
Miras menkıbelerle örtülürdü üstümüz,
Pencereye dönerdi duvardaki yaralar.
Doğarken ağrısından inim inim inleyen
Günün gürültüsüne uyanırdım her sabah.
Kumruları susturup, rüzgarları dinleyen,
Takvimine geciken, lüzumsuz erken günah…
Her sabah aralayıp şehrin perdelerini
Dalgınlık çıkarırdım yoksul kumrularıma.
O büyük pişmanlıkla doldururdum yerini,
Dalgınlık ve pişmanlık, ırsi yumrularıma.
Geçer dersem geçecek sanırdım harlı ateş,
Çok seversem düzeltir eğilerek bükülen,
Altımda sıcak toprak, üstümde serin güneş,
Toplar geri koyarsam tamam olur dökülen.
Pazara inmemişti teşhir vesileleri.
Daha bulanmamıştı aklı insan ve suyun.
Karaktere uzanan dönem defileleri,
Erken pişman olunmuş kampanyaları huyun.
Bize aşık olup da çöle düşerdi ölüm.
Bizi anıp sıçradı rüyasından intihar.
Hayatın kendisine anlam kattığı düğüm,
Öksürükten kansere taş sektiren çocuklar.
Sonra, kavga başladı, peyler verildi cana
Sen göze değen bıçak, ben ete saplı diştim.
Boyumuzdan büyükçe yeminler edip sana
“B planı sahibi herkes hain” demiştim.
Madem kötü yenildik, bari uzlaşmayalım!
Hır çıksın, kan yürüsün, devirelim masayı…
Bu kırık barış için çizgiyi aşmayalım,
Kıralım, büyücünün tapındığı asayı.
Bize kül veriyorlar ve kokuşmuş cesetler,
Çürük lokma, acı su, minnet ve ucuz rüya.
Duvarın arkasında ham demirden demetler…
Niyete düşen yeri hemen çürüyen dünya.
Muzaffer taraf beni esir bile almadı.
Bense dilimi kesip bitmeyeni bitirdim.
Uğruna dövüşecek başka bir şey kalmadı
Hem kalbim karardı hem kumruları yitirdim.
Bu yazı yorumlara kapalı.