Sen, ben ve bir kaç kovulmuş melek,
İki beceriksiz kâhin,
Ve bir işsiz büyücü
Kutsal ayinin arifesinde
Kara taştan yontma
Küçük bir masanın etrafında oturmuş
İnsanları dinliyorduk
Her tarafından bilinen dünyanın
Başka başka dillerin
Değişik lehçelerinde
Aynı anda konuşan,
Yakaran ve mızmızlanan
Geveze insanları
Üzümün ve elmanın fiyatlarından,
Çırakların hatır bilmezliğinden,
Ustaların gaddarlığından dem vuran,
Güncel politikadan, hevesli ülkülerden,
Kötümser ve vicdansız felsefeden,
Onları yarı yolda bırakan eksik tanrılardan,
Tanrı sandıklarından,
Hayata sunduklarından,
Umduklarından bahis açan,
Yanılan, pişman olan
Ve yorulan insanları…
İşte o zaman sana cesurca;
“Uzanıp incinmiş yerlerinden öperek
Seni kim uyandıracak
Günden güne nemlenen
Küskünlük uykusundan?
Kim toplayacak
Kötü zamanlara dağılmış saçlarını?
Ölmeyecek
Ve öldürmeyecek kadarı aşkın
Yetişecek mi sana”
Diye soracaktım.
Melekleri korkutacaktı densizliğim.
Kâhinler haksız çıkacak,
Büyücü asasını düşürecekti…
Sormadım ve onun yerine
Dedim “bu körler ülkesinde
Bütün yokuşların sonunda duran,
Bütün yarım kalmış kitabelerin,
Veresiye yapılmış anıt mezarların
Çatlakları arasında gizlenen,
Sülün yetiştiricilerin sofralarından,
Şarap tüccarlarının sarhoşluğundan,
Hanların karanlık odalarından
Her fırsatta bizi izleyen,
Kulübemizi ziyaret için
Uygun zamanı kollayan
Bu çaresiz hisse
Bu belalı miras
Sonumuz olsun”
Çünkü ne yaparsak yapalım
Çok pişman olacağız.