Kan tartan teraziler gölgesine denk düşen,
Akidesi bozulmuş bu şekerci dükkanı
Açılıyor her sabah, bugün son günmüş gibi.
Sahibi, ellerini evinde unutuyor.
Evinde unutuyor memleket özlemini.
Satılmayan şeyleri dükkana getirmiyor.
Dükkan matematiğin dokunulmaz mabedi,
Memleketse hevesi babaya benzemenin.
Vakit tamam, birazdan yükselir eski sesi.
Uyanır uykusundan erken doğan bebekler.
Saksılarda bekleyen kederi evciliğin,
Gecenin en sonuna bir daha gece ekler.
Üstte Orta Doğu’nun nasıl kızıl gökleri,
Altta akla bulaşan yepisyeni uzuvlar;
Orta Çağ Avrupası kırlarını düşleten.
Cenaze pazarından çığırtkan replikleri
“Erken kalkalım” diyor, “sabahları çok erken”
Pazarın hınzırları uyukluyorken daha,
Elleriyle canını yokluyorken yaşlılar,
Gençlerin dalgınlığı henüz kımıldıyorken,
Bağlı it taşlamayı öğrenmeden genç kızlar,
Bizden geçsin diyorum, kirimiz büyümesin.
Yazı gelirse sarıl, tura gelirse bırak…
Zaten şikayetçiymiş ete yapışık tırnak.
Tırnak, eski bir kastın kirlerini saklıyor.
Sırrı vermemek için ısırılıyor dudak.
Bak, birazdan inelim, bundan öte son durak.
İnelim de çözülsün kine yaslı suskunluk,
Camdan dışarı bakıp ağlayanlar düzelsin,
Ardımızda ıssız çöl, önümüz daha kurak…
Çocukları dükkanın raflarına dizenler,
“Bir şey olmaz” demeden, etini kemirenler,
Akidesi bozulmuş bu şekerci dükkanı,
Bugün son günmüş gibi açılıyor her sabah.
Tuz kokmuş, bal bozulmuş, özlemi kim tutuyor…
Sahibi ellerini evinde unutuyor.
Bu yazı yorumlara kapalı.